KANDIRILDIK MI? MEDYANIN SEKS VE İLİŞKİ YALANLARI
Beyaz atlı prens kimdir, nerelidir? Evlilik teklifi yapılırken pırlanta yüzük almak tarihten mi yoksa mücevher sektöründen mi miras kaldı? Gerçekten “Bu evliliğe itirazı olan var mı?” sorusuna biri içeriye hızlıca girip “Var!” dediğinde her şey sona mı erer? Aşk her şeyi affeder mi? İşte medyanın bize yıllardır empoze ettikleri…
Dev bir sektörün gözü üzerimizde…
Normal bir insan, günde ortalama 3 saat televizyon seyrediyor. Uyandığından yatana kadar ortalama 150 kez telefonuna bakıyor. 4 ila 6 saat arasında bilgisayar karşısında oturuyor. Hayatı boyunca yaklaşık 13.000 film seyrediyor. Her yıl 50.000 civarında film üretiliyor ve vizyona giriyor. Yani her yanımız medya… Böylesi dev bir sektörle bu kadar sık muhatap olmanın da elbette kültür üzerinde ciddi etkileri oluyor. ABD Cornell Üniversitesi’nde medya araştırmaları yürüten Dr. Jeff Hancock, “Medya artık sadece bir iletişim ve eğlence aracı değil, bir kültür üretme makinası haline geldi” diyor. “İnsan hayatının ve hırslarının neler olması gerektiğinden, bir ailenin, bir ilişkinin nasıl olması gerektiğine kadar pek çok prototip, kültür içerisine işlenebiliyor. Para mı kazanmak istiyorsunuz? Evlenirken dev bir tek taş yüzük mü almanız gerekiyor? Mutlaka ev sahibi olmalı mısınız? Şatonuzda beyaz atlı prensinizi mi bekleyeceksiniz? Peki bunları nasıl öğrendiniz? Mesela hayatınız boyunca hiç beyaz ata binen bir prens gördünüz mü? Semboller ve kalıplar kullanarak yapay bir kültür oluşturuluyor. Elbette bu kültür bazen hayatın içinden olabiliyor, bazen de hayatın olması gerektiği kalıpları içeriyor. Dünya film endüstrisi yılda 29.2 milyar dolar paranın dolaştığı muazzam bir fabrika. Kısacası artık Hollywood ve medya dev bir göz ve evin reisi gibi hareketlerimizi izliyor ve kuralları belirliyor.”
Garip masallar…
Medya, tam Türkçe karşılığıyla iletişim aracı demek oluyor. Yani insanlığın duvarlara resim yapmasından, çaldığı müziğe; matbaada bastırdığı ilk gazeteden bugün cebimizdeki telefonlara kadar hepsi medya yelpazesi altında birleşebiliyor. İnsanlık medyayı kendini ifade etmek, kitlelere ulaşmak ve tecrübelerini nesilden nesle aktarmak için kullanıyor. Bir de masallar var tabi. Onlar da bu iletişim şemsiyesinin altında duruyor. Kimisi uyurken dinliyor, kimisi televizyonda ve sinemada çizgi film olarak izliyor. Nasıl olduğunun bir önemi yok, eninde sonunda herkes bir şekilde masalla tanışıyor. ABD’de masallara hayat verme ve yeni masallar üretmede bayrağı ise Disney elinde tutuyor. Disney’in ve masalların sosyolojik etkileri üzerine araştırma yapan Columbia Üniversitesi’nden Dr. Saskia Sassen, “Masallar özellikle ikili, özel ilişkileri temel alan hikayeleri içerir” diyor ve tam bizim gibi komplolara bayılan bir toplum için anlatmaya devam ediyor. “Belirli bir formüle sahiptir. Bir kahramanımız vardır. Genelde ya Pamuk Prenses gibi toplumun aristokrat kesimindendir ya da Sindirella gibi eninde sonunda aristokrat kesime dahil olur. Bu kahramanın başına mutlaka kötü bir olay gelmeli ve onu kurtarması için beyaz atıyla prensinin gelmesini beklemelidir. Beyaz at burada onur, dürüstlük ve etkileyiciliği simgeler. Prenseslerin hapis oldukları kuleler, saraylar ve evler ise bulunduğu hayattan memnun olmayan bir insan profili çizer. Masalların özellikle kadınlara yönelik olarak yapılmasının sebebi bir nevi topluma hırs aşılama kaygısını içerebilir. İlişkide aranan o beyaz atlı prens, hayatından memnun olmayan prensesler çocuklar üzerinde hep hayattan daha fazlasını bekleme ve tüketimi bu ölçüde şekillendirmek için doğru bir yöntem olabilir. Elbette masalların üreteni belli olmadığı için tüm bu fikirler, bir komplodan öteye geçmeyecektir. Ancak şahsi fikrime göre masallara çok da masum davranmamak gerekir.”
Bir reklamcılık başarısı olarak yüzük ve evlilik
Yüzük denilen takının kullanımı bundan 4.800 yıl öncesine, Antik Mısır’a dayanıyor. O dönemde kadınların papirüsleri kıvırıp, parmağa takılabilecek bir yüzük haline getirilmesiyle ortaya çıkan bu takı, 9. Yüzyılda Avrupa tarafından da soyluluk, aile kökeni gibi olguları göstermesi amacıyla erkekler tarafından da kullanılmaya başlıyor. 13. Yüzyılda Avrupa’da, kilisenin yüzüğü evlilik seremonisi içerisine dahil etmesiyle iyice yaygınlaşıyor. O dönemlerde sadece kadınlar evlilik yüzüğü takıyor. Burada amaç, birleşilen aileyi belli etmek, erkeğin eşine sahip çıkacağına dair verdiği bir sözü fiziksel hale getirmek ve gelir seviyesini göstermek… Yüzüğün erkekler tarafından da takılmaya başlanması gerçek bir reklamcılık başarısı… ABD’de 1920’li yıllarda erkeklerin de evlilik yüzüğü takması konusunda bir kampanya başlatılıyor. Reklamlar, afişler vb… Ancak o dönemlerde ülkede Büyük Buhran ismindeki dev ekonomik kriz olduğu için kampanya başarısız oluyor ve erkeklerin sadece %8’i evlenince kendilerine de yüzük alıyor. Fakat ekonomik krizin atlatılmasının ardından 1940’lı yıllarda kampanya tekrar başlatılıyor ve 2. Dünya Savaşı 1945’te sona erdikten sonra erkeklerin %80’i evlenince kendilerinin de takacağı yüzükler almaya başlıyor ve böylece ikili yüzük seremonileri hayat bulmuş oluyor. Nitekim 20. Yüzyılın sonuna gelindiğinde artık kampanyalar ve filmler aracılığıyla en büyük tek taş yüzüğü almak daha da makbul hale getiriliyor. Dr. Jeff Hancock, “Yüzüğün değeriyle sevginin aynı anlam altında birleştirilmesi gerçek bir reklamcılık başarısıdır” diyor. “Mücevher sektörünün yılda 30 milyar dolarlık değere sahip olması, 21. Yüzyılın bir tüketim çılgınlığına çevirdiğinin bir kanıtı… Ancak elbette sosyolojik olarak bakıldığında, bir kadının kendisine oldukça pahalı bir yüzük alan kocanın, ekonomik olarak rahat bir geleceğin güvencesi olarak algılaması doğal karşılanabilir. Buradaki yanlış, gelir seviyesinin çok fazla üzerinde bir parayı mücevher almaya harcayan, medya mağdurlarında ortaya çıkabilir.”
Aşk her şeyi affeder mi?
Hollywood, pırlanta, Rapunzel ve Beyaz Atlı Prens konusu tamam… “Hayır, bu evlilik gerçekleşemez!” klişesine de bir açıklık getirmek gerekli sanırım. İçişleri Bakanlığı’nın mevzuatı bu konuda çok açık: “Evlenme dosyası hazırlanırken evlenme gününden önceki günün mesai saati bitimine kadar ilgililerce, tarafların evlenmeye ehil olmadıkları veya evlenme manilerinden birinin bulunduğunu ileri sürerek evlenmenin yapılmasına yazılı olarak itiraz edebilirler. Evlenme gününde yapılan itirazlar kabul edilmez.” Yani yırtınsak da dilekçe vermeden bir evliliğe itiraz edemiyoruz. Daha doğrusu edebiliyoruz tabi ancak devlet nezdinde hiçbir anlamı olmuyor. Tabi ki “Bize tüm bunları filmler empoze ediyor. Hep dış mihrakların oyunları bunlar” gibi bir bahaneye sığınmak ilişki içerisinde ne kadar geçerli olur orasını bilmem. “Sevgilim, 14 Şubat dediğin kapitalizmin bize tüketim yapmamız için…” diye başladığınız bir cümlenin sonunu getiremeden kapının kapanma sesini duyabilirsiniz; benden uyarması… Sonra “Aşk her şeyi affeder mi?” demeyin.
Filmlerdeki 5 Beyaz Yalan
Tamam, bir çerçevenin içerisinde, devasa bir ekip tarafından hazırlanmış, çekilmiş ve servis edilen videolar izliyoruz. Evet, onlar filmler. Pek çoğu da Hollywood’un seri üretimlerinden… Sonuçta film dediğimiz kurgulanmış bir sektör. Fakat hepimiz bunun farkında mıyız? İşte filmlerin bize yanlış öğrettikleri…
Kalp masajı ve suni teneffüsle herkes kurtulabilir
Filmlerde birileri boğulur, ağır yaralanır ya da başka bir sebepten ölüm döşeğine gelir. Tabi ki kahramanımız, doktor olmasına hiç gerek yok, hızlı bir suni teneffüs, bir, iki, üç, dört, kalp masajı ve hop! Karakterimiz ölümden döner. Mutlu son! Filmlerde insanların neredeyse %90’ı bu basit yöntemle, hiçbir tıbbi müdahaleye gerek olmaksızın hayatta kalabiliyor. Gel gelelim gerçek hayat biraz daha karamsar. Kalbi durmuş kişilere CPR, yani kalp masajı yapıldığında sadece %2 ila %30 arasında hayatta kalma şansı bulunuyor. Siz siz olun ilk yardım bilin ancak ambulansı aramayı unutmayın.
Tek bir yumrukla insanlar ölebilir
Malkoçoğlu, Battal Gazi gibi filmlerde tek bir vuruşta ya da trambolinden zıplamayla koca Bizans ordusunun yok olabildiğini yakından takip ettik. Ancak Hollywood da en az bizim kadar bu konuyu abartanlar arasında. Bizim Tarkan’ımız varsa onların da James Bond’u, Rambo’su var. Üstelik tek bir yumrukla insanları bir daha kalkmamak üzere yere serebiliyorlar. Ancak ufak bir bilimsel gerçeklik var. Michigan Üniversitesi bilim insanlarının yaptığı araştırmaya göre bir insanı tek bir yumrukla, iç organlarına ciddi bir hasar vererek öldürebilmek için; milimetrik hesaplamayla uygun bir bölgeye atılan yaklaşık 3 tonluk kuvvet uygulayacak bir yumruk savurmak gerekiyor. Ufak bir olasılık hesabıyla bir insanda bu şans %15 iken, ardı ardına iki insanda bu şans %1’e ve her defasında daha da düşük olasılıklara kadar geriliyor. Yani insan dediğiniz öyle kolay kolay ölmüyor.
Yılanın zehrini emerek yok edebilirsiniz
Westen filmleri ve bazı Türk filmlerinde bu sahneyle mutlaka karşılaşmışsınızdır. Biri yılan tarafından ısırılır. Ardından ısırılan bölge kahraman tarafından emilip, sözde zehrin dışarı tükürülmesi yöntemiyle insanlar oracıkta kurtuluverir. Fakat ünlü sağlık sitesi WebMD bu konuda oldukça net… Zehirli bir yılan tarafından ısırıldığınızda kesinlikle bölgeyi emmemeniz ya da açık yaranızı bu bölgeye yaklaştırmamanız gerekiyor. Bu, bir olan zehirlenme vakasını ikiye çıkarmaktan daha fazlasını yapmaz. Çünkü zehir öyle olduğu bölgede durmuyor. Hızlıca kan dolaşım sistemine karışarak, zehrin niteliğine göre felce ve ölüme sebep oluyor. Hele ki zehri beyne en yakın yerlerden biri olan ağızdan alırsanız… Yapmanız gereken bir bez parçasıyla tampon yaparak kanın vücuda yayılmasını önlemek ve en yakın sağlık kuruluşuna gitmek. Üstelik mümkün olduğunca ısırılan kişiyi hareket ettirmeden…
Vahşi hayvanlar size durup dururken saldırır
Kurt, ayı, kaplan, jaguar fark etmez, eğer bir Hollywood filmindeyseniz ve vahşi bir ormanda mahsur kaldıysanız mutlaka bunlardan biri tarafından, ortada hiçbir sebep yokken saldırıya uğrarsınız. Üstelik filmin kahramanıysanız, çıplak ellerinizle bile bu kat ve kat hızlı, güçlü vahşi hayvanları alt edebilirsiniz. Alman Doğal Yaşamı Koruma Topluluğu’nun size bir iyi bir de kötü haberi var. Eğer doğada vahşi hayvanların alanına ısrarla girmeye çalışmaz, çocuklarına yaklaşmaz ve ortalık yerde tütercesine mangal yapmaz ve ortada yemek bırakmazsanız bu vahşi hayvanlarla muhatap olmak zorunda kalmazsınız. Kötü haberse, eğer saatte 48 km hızla koşabilen (normal bir insan ortalama 6-8 km hızla koşar), tüm ağaçlara tırmanabilen bir ayıyı sinirlendirdiyseniz, ne yazık ki pek şansınız yok. Üstelik ölü taklidi yapmak da işe yaramıyor. Yapabileceğiniz tek şey mümkün olduğunca yüksek sesle bağırmak ve gözlere saldırmak. Ancak filmlerde olmadığınızı unutmayın. Siz gene de bulaşmayın. Herkes kendi çöplüğünde…
Ulusal güvenlik sistemini bile birkaç saniyede hacklersiniz
Bir filmde gerektiği kadar asosyal, hafif arızalı ve dahi görünümlü biri varsa o, sizin tüm kişisel bilgilerinizi, hatta koskoca devletlerin ulusal güvenlik sistemlerini bile saniyeler içerisinde, sadece birkaç rastgele tuşa basarak hackleyebilir anlamına geliyor. Komplo sevenler için mükemmel bir yaklaşım ancak maalesef gerçek hayat biraz farklı. Kanada Medya Enstitüsü konuya hızlıca açıklık getiriyor. Buna göre elbette hızlıca yapılabilen hack yöntemleri mevcut… Ancak bunları engellemesi de aynı şekilde saniyeler sürüyor ve oldukça kolay. Daha büyük virüsler ve Truva atlarıyla (trojan), daha karmaşık sistemlerin içerisine sızabilmek aylar, hatta yıllar süren çalışmalar ve geliştirmeler gerekiyor. Korkmanıza gerek yok, en azından önümüzdeki birkaç ay ya da sene boyunca kimlik bilgilerinizi kimse silemeyecek…
Yayınlandığı Yer: Cosmopolitan Dergisi