Medeniyeti Geçince 200 Metre İleride: Amsterdam
Sanat, sepet, seks, kek ve bisiklet… Bir şehir ne kadar yaşanılabilir olur? Kanalıyla, arka sokaklarıyla, işte bir ucundan diğerine Kuzey Avrupa’nın kafası en açık şehirlerinden biri…
Havaalanından Başlıyor Macera
Schiphol Havaalanın’dan çıkar çıkmaz karşınızda o meşhur “I Amsterdam” yazısını görüyorsunuz. Önünde süs havuzu, oturacak bolca yeri, 2 gram güneş bile olsa oturan yerlileri ve turistleri karşılıyor sizi. Adam demiş ki, “Daha uçaktan inince önünde resim çektirebileceği bir şey koyalım şu turistlere.” Nitekim bakın tüm gidenlere, o “I Amsterdam” yazısı önünde bir resmi mutlaka vardır. Yoksa da yazıyı bulamadığındandır. Elbet ikinci gidişinde onun da fotoğrafı olacaktır. Şehir öyle İstanbul gibi devasa değil. Boyu küçük, işlevi büyük. Havaalanından bir otobüse atladığınız gibi herhangi bir yere en fazla 1 saat içerisinde varabiliyorsunuz. Gel gelelim bütçeniz kısıtlıysa otel rezervasyonlarınızı önden yaptırmak en azından bir miktar kar etmenizi sağlar. Buralar Asya ülkelerine benzemiyor. Güney Avrupa’ya bile benzemiyor. Hayat biraz pahalı. Bizden ucuz olan tek şey alkol. Onun dışında hem yaşam standardı hem de kur farkı hesap kitap yapanı biraz üzer benden söylemesi. Özellikle Haziran-Eylül ayları arasında pek bir hareketleniyor şehir. Geri kalan aylarda ya kar var ya da dondurucu soğuk. O yüzden hem festivaller hem de turistler yaz aylarında hareketleniyor. Hal böyle olunca fiyatlar da hareketleniyor tabii. 4 gece kalmak için şehrin içinde bir otele minimum 1.600TL gibi bir fiyat ödemeniz gerekebilir. Bu yüzden Airbnb ya da Couchsurfing gibi ev paylaşımı yapılan sitelerden daha ucuza oda veya ev kiralayabilirsiniz. Özellikle çok kişi gidiyorsanız daha hesaplı olacaktır. Bazılarında evin bisikletlerini de kullanabiliyorsunuz. Böylece fiyat yarı yarıya düşebiliyor. Elbette kimin odasını ya da evini kiraladığınıza dikkat edin. Kullanıcı yorumlarına bakın. Sonuçta otel değil bu; önce tedbir sonra tevekkül.
İlk Gelenler İçin Kaybolma Geleneği
Şehir ufak. İster yürüyerek isterseniz bisikletle gezin. Şehir merkezinin bir ucundan diğerine 45 dakika içerisinde varabilirsiniz. Tabii ki bunun en etkili yolu, nereye gittiğinizi tam olarak bilmek. Eğer Flemenkçe bilmiyorsanız sokak isimleri size İkinci Dünya savaşı cepheleri gibi gelecek ve hepsinin ismi birbirine benzeyecektir. Reenstraat, Runstraat, Gasthuismolensteeg… Hepsi bu şekilde uzayıp gidiyor. Straat, sokak demek onu anlıyorsunuz. Gel gelelim sokakların ismini ezberlemek için belirli taktiklere ihtiyacınız var. Bunlardan ilki benzeştirme. Mesela Berenstraat isimli sokağı Beren Saat gibi aklınıza kaydedebilirsiniz. Bir diğer ezberleme tekniği ise hiç uğraşmadan direkt elinizde bir adet akıllı telefon ya da eski usul haritayla gezmek. Her geçtiğiniz yeni sokakta ise isme bakmak ve doğru yolda olup olmadığınızı kontrol etmek. Elbette akıllı telefon candır böyle zamanlarda. Hele bir de internetiniz varsa tadından yenmez. Şıp diye bulursunuz elinizle koymuş gibi. En son ihtimal olarak da yoldan geçen yerlisine sormak. Emin olun o soğuk duruşlu insanlar bir anda navigasyon cihazına dönüşüyorlar. Kendileri bile bazen bilmiyor ancak telefonlarından bakıp sizi orya götürecek en kısa yolu tarif etmeden de bırakmıyorlar.
Ye, İç, Seviş Üzerine Bir Şehir
Şehrin kendi peyzajı zaten bir sanat gibi. 17.yüzyılda yapmışlar şehri. Olduğu gibi duruyor. Dokuyu hiç bozmamışlar. Belli ki buralara Kuzey Avrupalı’dan başkasının eli değmemiş. Sular yükseliyormuş, evler kayıyormuş filan bana mısın demiyor binalar. Yan yana bir örnek uzanıyorlar. Adamlarda sanat kafası almış yürümüş. Bu yeme içme işlerini bile bir sanat gibi sunuyorlar. Şehir merkezine doğru ilerledikçe öyle sokaklara giriyorsunuz ki daha yeni tıka basa kahvaltı etmiş olsanız bile karnınız acıkıyor. Sırf kokudan ve sunumdan. Belki biraz da Coffee Shop’lardan… Patates kızartmaları, eritme çikolatalar, hamburgerciler, sandviçler, biftekler… Kilo almadan gidene normalde bedava tatil hediye ederler. Gel gör ki insanlarının hepsi filinta… Turiste yani tüm havaları. Kahvaltıda bir dilim ekmek, iki dilim peynir; öğlen bir çorba, bir sandviç; akşam yemiyorlar bile. Oh, olan bize olsun. Yeme içme dükkanları bitiyor ardından başlıyor Red Light gibi kırmızı ışıklı camlarda kadınların durduğu yan yana kübik odalar. İçeri girin girmeyin fark etmez, dükkanın manzarası güzel. Biraz daha ileride 50 Euro verip izleyebildiğiniz canlı seks şovları başlıyor. Bunlar da saatte bir tekrar ediyorlar. İsterseniz ortasından da girebilirsiniz. Verdiğiniz 50 Euro’ya iki içki dahil oluyor. Bildiğiniz bara oturuyorsunuz ve 7 farklı şovu izliyorsunuz. Bu şovların içinde sahnede canlı canlı sevişen bir çift de var. Zor meslek vallahi. Özellikle adamcağızın her gün evinden çıkıp böyle bir işe odaklanarak gelmesi takdir edilesi… Red Light’da bunları bir arada görebileceğiniz gibi şehrin tüm sokaklarında çıplak resimlere, nü sanatın bulunduğu galerilere, seks oyuncağı satan dükkanlara rastlamanız mümkün. Öyle bizdeki gibi apartmanlara sıkıştırılmış dükkanlar değil üstelik. Rengarenk, çeşit çeşit… Her biri birer müze veya sanat galerisi gibi. Müze demişken, Seks Müzesi de var ilgilenenlere…
Plan Programla 5 Gün Fazlasıyla Yeter
Dediğim gibi şehir küçük. İyi bir planlamayla 5 günde şehrin her alanını bitirebilirsiniz. Yapmanız gereken gündüz ve gece olarak şehir gezilerini ikiye ayırmak. Müzelerin önü genelde oldukça kalabalık oluyor. Bir süre kuyruklarda beklemeniz gerekecek. Neredeyse her köşe başında bulunan turizm ofislerinden bu müzeler için giriş biletleri alabilirsiniz. Hatta birden fazla gezi yapacaksanız biletler genelde indirimli oluyorlar. Her yerde kredi kartı geçiyor ve İngilizce konuştuğunuz sürece tüm turizm ofislerinde size hakkıyla yardımcı oluyorlar. Van Gogh müzesi, Heineken Tecrübesi, Madame Tussauds, Ice Bar, Amsterdam Rijksmuseum, Anne Frank Evi gidilebilecek marka müzelerden ve mekanlardan birkaç tanesi. Şehrin içinde gözleri gibi baktıkları bir de Vondelpark var ki mutlaka güzel bir havada yürünmeli. Bu kadar insan çeşitliliği ve rahatlığı görebileceğiniz nadir yerlerden. Bir başka park, bahçe, “Oh mis gibi” bölgesi de Amsterdam Hayvanat Bahçesi Artis’in de yer aldığı botanik bahçeler. Ayık, bayık fark etmez nasıl giderseniz gidin içiniz açılacağı kesin. Özetle duvarlara çizilen grafittilerden, her sokakta mutlaka yer alan galerilerden, içkinin ve uyuşturucunun bu kadar serbest olduğu bir şehirde hiçbir kavga sesi duyulmamasından medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarın en tatlı haliyle Amsterdam’da ikamet ettiği söylenebilir. Gitmediyseniz gidip görmek gerekir. Biraz üşütür filan ama sanatıyla, dokusuyla sarıp sarmalar. 2016’da partnerinizle veya arkadaşlarınızla fark etmez, listenizde olması dileklerimle, şimdiden iyi yıllar…
FİYATLAR ve HAYATLAR
(Kişi Başı)
– Ortalama Bir Gece Konaklama: 120 – 220 Euro (Son ana bırakmayın. Fiyatlar uzaya çıkıyor.)
– Ortalama Bir Yemek: 15-20 Euro (Doyarsınız. Paket bile yaptırırsınız.)
– Ortalama Bir İçki: 3-4 Euro (Biradan bahsediyorum.)
– Ortalama Bir Müze Girişi: 25 Euro (Toplu alırsanız bedavası ya da indirimi de olur.)
– Bir Bisiklet Kirası: (12-17 Euro. Birden fazla gün kiralıyorsanız indirimli oluyor. Kiraya ek olarak bir de 50 Euro gibi bir depozitoyu kartınızdan çekiyorlar.)
Yayınlandığı Yer: Tourmag Dergisi