EVLENMEDEN ÖNCE “EV”LENMEK
Kelime oyunu değil bilimsel araştırma… Sizce hangisi daha doğru? Evlenmeden önce “ev”lenmek mi yoksa evlendikten sonra “ev”lenmek mi? Hangi kültür, nasıl bir yaklaşım sergiliyor? Antik çağlarda “ev”lenmek olgusuna nasıl bakılıyor? Bugün hangi tip evlilikler daha uzun sürüyor? İşte hepsi ve daha fazlasıyla evlilik ve “ev”lenmek…
Eski Günlerde Durum Nedir?
Evlenmeden önce birlikte yaşamak kavramı semavi dinler öncesi ve sonrasında farklılık gösteriyor. Antik Çağlarda durum biraz karmaşık… Eski Roma ve Yunan medeniyetleri döneminde kadınların işgücünde herhangi bir yeri yok. Toplum olabildiğince ataerkil. Erkek evlenmek istediği kadını seçiyor. Aileler uygunluğa karar veriyor. En önemli kıstas ise erkeğin sosyal statüsü ve gelir seviyesi… Hatta o kadar ki eğer erkek çok zengin ve soyluysa birden fazla kadınla evlenip yaşayabiliyor. Harem kültürü de ta bu dönemlerden itibaren başlamış oluyor. O zamanlarda “Ev”lenmek diye bir kavram yok. Birlikte kiralık evlere bakıp karar filan vermiyorlar. Kadın, erkeğin yanına yerleşiyor ve sadece ona bir varis verip yetiştirmekle uğraşıyor. Savaşta eşleri ölürse de eşinin en yakın varlıklı akrabasıyla evlendiriliyor. Mısır’da ise durum biraz benzer ancak nitelikler farklı görünüyor. Kızlarda 12-13 yaş, erkeklerde 14 sonrası yaşlar “Seksüel olgunluğa erişmiş” şeklinde tanımlanıyor. Bu yaşlarda evlilik mümkün oluyor. Evlenme kontratıysa Antik Roma ve Yunan’daki gibi kızın babası ve evlenecek erkek arasında yapılıyor. Mısır’da akraba evliliği daha yaygın. Hatta mitolojilerinde de Tanrılarının çoğu akraba evliliği yapıyor. Soylular ve krallar ise birden çok kadınla evlenebiliyor. Mısır’da niteliksel olarak bir fark var, o da Hemes adı alan kadın eşlerin, “Partner” şeklinde tercümesinin yapılabiliyor olması. Yani resmi olarak aşk kavramı biraz da olsa Antik Mısır’da telaffuz edilmeye başlanmış. Çin’de ise ufak farklılıklar var. Erkek ve kadın birbirlerini beğeniyorlar. Genellikle bir kadın olan “çöpçatan” sağlıklarını, burçlarının uyumunu, sosyal ve finansal durumlarını gözden geçirip evliliğe onay veriyor. Elbette erkek tarafının bu çöpçatanlık hizmetini ödüllendirmesi gerekiyor. Ardından seremoniyle evlilik gerçekleşiyor ve hayatlar birleşmiş oluyor. Antik dönemlerde evlilik çok erken yaşlarda olduğu için öncesinde birlikte yaşamak gibi kayıt bile söz konusu değil. Daha sonrasında Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlıkla birlikte evlenmeden önce birlikte yaşamak günah sayılmaya başlanıyor ve yasaklanıyor. Bugün ise durum biraz daha farklı…
Giderek Daha Çok Çift “Ev”leniyor
Klinik psikolog Dr. Meg Jay’in araştırmasına göre 2000’ler itibariyle evlilik öncesi birlikte yaşama oranı %48 artış gösteriyor. 1960’lı yıllarda ABD’de bile birlikte yaşama oranı %10’lardayken bu artış bir hayli fazla görünüyor. Elbette “Çiçek Çocuklar” olarak adlandırılan 68’ kuşağının bu konuda etkisi büyük… Araştırmaya göre çiftler, özellikle 20’li yaşlarından sonra birlikte yaşama eğilimi gösteriyorlar. Dr. Jay bu durum için, “Artık insanların uzaklardaki üniversitelerde okuması ve zaten yalnız yaşamaya başlıyorlar. Dini ve kültürel baskılar da bu konuda oldukça azaldı. İnsanlar birikte yaşamayı bir günah ya da etik değer gibi değil, doğal bir ihtiyaç, normal bir iletişim biçimi olarak görüyorlar” şeklinde açıklıyor. “Burada göz önünde bulundurulması gereken en önemli faktör aile ve çevre. Yüzük takmadan önce birlikte yaşamaya başlayan çiftlerin etraflarında bir şekilde bunu yapanlara tanık olmuş olmaları oranları büyük ölçüde artırıyor. Bir başka önemli etkeni ise dini inançlar ve bu inançların çiftlerin yaşadıkları toplum ve ortamsal koşullarda ne kadar baskın olduğu belirliyor. Çiftler birey olarak ne kadar açık görüşlü olurlarsa olsunlar 20’li yaşlarında birlikte yaşamaya karar vermeleri için ya ekonomik olarak desteklenmeleri gerekiyor ya da en azından ailelerinden bu konuda izin almaları daha huzurlu bir yaşam için gerekli oluyor. Aksi takdirde tam anlamıyla bir birlikte yaşama durumu ortaya çıkamıyor. Toplum baskısı olan çevrelerde genelde çiftlerden biri yalnız yaşamaya başlıyor ve diğer kişi ‘sıklıkla’ onu ziyaret ediyor.”
Sinema Salonunda Değilsiniz
Glamour’da yapılan bir araştırmada “Birlikte yaşamadan nasıl sağ çıkarsınız?” konusunun temelleri inceleniyor. Ne de olsa birikte yaşamaya başladığınızda işin içine çamaşır, bulaşık, kira, fatura gibi pek de paylaşılmaya alışık olunmayan faktörler girmeye başlıyor. Akşam okul ya da iş çıkışı buluşup yemek yemek ya da hafta sonu sinemaya gitmenin böylesi dertleri yok… Araştırmalar memnuniyetsizliğin sebeplerinden biri olarak Hollywood’u gösteriyor. Yani birlikte yaşamaya başladığınızda film yıldızları gibi aralıksız aşk ve şehvet dolu bir ev arkadaşlığı yaşayacağınızı düşünürseniz, ilişkiye olan tatminsizliğiniz artıyor. Bir açıdan doğru gibi… Ne de olsa filmler maksimum 2 saat sürüyor ve bolca bilet alınması için bu 2 saat boyunca çiftlerin çoraplarıyla evin içinde gezip kıyafetlerini ütülediklerini göstermek mümkün değil. Bolca aşk, entrika ve şehvetle ancak hasılat yükselir. Gerçek hayat Hollywood gibi olsa ABD sineması çoktan kepenklerini kapamıştı sanırım.
İlişkideki En Büyük Test
Uzmanlar birlikte yaşamaya başladıktan birkaç ay sonra, “Aşkınız ciddi anlamda test edilecektir” diyorlar ve ilişkinizde mükemmel dengeyi yakalamak için uzun vadede bir çift gibi değil birer takım arkadaşı gibi davranarak sorumlulukları bölüşmekten çekinmemeniz gerektiğini söylüyorlar. Youtango’da seks ve ilişkiler yazarı Lisa Macalino, “Aynı evde yaşadığınız partnerinizle yaşadığınız bir tartışma sonunda ‘Kim daha önce özür dileyecek’ oyunu oynayamazsınız” diyor. “Yatağa birlikte girdiğinizde birbirinize kızgın olmamayı öğrenmeniz, sadece aynı evde yaşadığınızda mümkün olabilir.” Uzmanlar teste girecek bir başka ilişki öğesi ise seks hayatınız ve tutkunuz olduğunu söylüyorlar. Elinizi vicdanınıza koyun, birbirinizin her anını görüp aynı tuvaleti kullanmaya başladığınızda hala Mr. and Mrs. Smith gibi göz alıcı bir çift olarak kendinizi değerlendirebilecek misiniz? “Iyyy” filan demek yok. Neler olacağını öncede bilmek, önlem almanın birinci metodudur. Lisa Macalino, “Kendinizi gereğinden fazla rahat hissetmemelisiniz. Birlikte yaşadığınız kişi sizin okul arkadaşınız değil” diyor. “Her günü koltukta ayak uzatarak pijamalarla geçirmek yerine mutlaka dışarıda yemeğe çıkmalısınız. Birbirinizi şık kıyafetlerle görmek, hala ilişkinin ilk günleri gibi flört etmek sadece birlikte yaşadığınız ev hayatını değil, ileride yaşacağınız uzun evlilik hayatını da yıllarca tutkuyu kaybetmeden koruyabilmenizi sağlayacaktır.”
“Senin” ya “Benim” Yok “Bizim” Var
The Frisky’de yer alan bir makaleye göre bir “ev”lilik hayatında ilişkiyi tartışmalara sürükleyen en önemli faktörün “Sen” ve “Ben”cilik olduğunu söylüyorlar. Bunu anlamak için uzun uzun makaleler okumaya gerek yok. Hatta aynı evde yaşamanıza da gerek yok. Bir ilişkide eğer “Biz” mevzu bahis değilse o çift yan yana değil, karşı karşıya duruyorlar demektir. Eğer konuşma sırasında “Ben” diye başlayan bir taraf varsa cümlenin hemen ardından “Sen” diye ötekileştiren bir yargının gelmesi, bal kovanının etrafında arı olması kadar doğal bir süreç. Bir arada yaşayan çiftlerde ise bu durum daha karmaşık bir hale geliyor. Mesela evin dekorasyonu… Şimdi salonu kimin zevkine göre yapmak gerekir? Ya da yatak odasının duvarları ne renk olacak? Kim daha çok kazanıyor? Evin masraflarını kim karşılayacak? Biri masrafları karşılayacak diğeri bulaşıkları mı yıkayacak? Kölelik kalkmadı mı? Ev mi kuruyoruz yoksa ortak kurbana mı giriyoruz? Dr. Meg Jay, “Birlikte yaşıyorsanız o evin içerisinde herkesin aynı huzuru bulması gerekir” diyor. “Evin dekorasyonunu nasıl yapacağınıza oturup karar vermeniz gerekir. Ya da evin işlerini gün gün bölüşerek bir takım gibi çalışmak düzenli bir yaşamın anahtarı olacaktır. Aynı hayatı ve evi paylaşmak fedakarlık gerektirir. Herkes kendinden biraz taviz vererek ortak bir noktada buluşursanız, uzun yıllar mutlu yaşarsınız.“ Dr. Jay, finansal durum için de, “Ev sahibi olmak ya da ev geçindirmek bir ekonomi yüküdür. İlişkinin içerisine parasal faktörler girdiğinde en çok dikkat edilmesi gereken husus, parayı kazanan kişi üzerinden değil, eve giren para üzerinden değerlendirme yapmaktır” diyor. Özetle, “Ben şu kadar kazanıyorum” dediğiniz anda o cümlenin altında “Sen ne kadar kazanıyorsun?” yattığının bilincinde olmaktır. Mutlu olmak için bir aradasınız, çift olarak yaşadığınız evi limited şirket gibi yönetirseniz anlaşmazlık kaçınılmazdır. Unutmayın, kimin ne kadar kazandığının bir önemi yok, önemli olan evdeki huzur…
Doğrusu Hangisi?
The Boston Herald’da yayınlanan bir makaleye göre öncesinde birlikte yaşamış olan çiftlerin %30’u evlilik sonrası boşanmaya daha yatkın oluyorlar. Makalede yer alan gerekçeye göreyse çiftlerin evlilik öncesi birlikte yaşadıkları dönemde herhangi bir resmi bağları olmaması nedeniyle ilişki süresince birbirlerini daha çok yıpratmaları ve bencil davranmaları. Şimdi insancıkların hakkı var mı? Bence var. Neticede evlenmeye karar vermek, çocuk sahibi olmak gibi bağlayıcı nedenler tarafların daha çok fedakarlık yapmalarını teşvik ediyor olabilir. Peki, bu insanlar hiç çocuk yapmamış olsalar ya da evlenmeden önce birlikte yaşamamış olsalar ne olacaktı? O zaman flört etmiş, anlaşamamış ve belki de kısa bir SMS’le ayrılmış olacaklardı. Ta ki gerçek aşkı ve anlaştıkları kişiyi buluncaya kadar aynı evde yaşamadan, restoranlarda, sinemalarda birbirlerini test edeceklerdi. Soru şu, bu insanlar aynı evde yaşasalar da yaşamasalar da bencilliğe eğilimleri varsa, zaten ilişki içerisinde göstermezler mi? Tek fark döşenmiş bir evi kapatıp birkaç bin lira zarar etmek mi olur yoksa? Kuzey Carolina Üniversitesi’nden Dr. Arielle Kuperberg, “Önemli olan insanların öncesinde birlikte yaşayıp yaşamadığı değil, ön kapıyı birlikte paylaştıklarının bilincinde olmalarıdır” diyor. “Birlikte yaşamanın uzun vadede boşanmaya sebep olup olmadığını söylemek bilimsel olarak mümkün değil. Birlikte yaşamış ve boşanmış insanları zamanda geriye götürüp birlikte yaşamadan evlendirip sonra gözlemleyemeyeceğimize göre, o zaman elimizde tek bir veri kalıyor: Boşanmanın asıl sebebi o insanların birlikte yaşamayı becerememeleri…” Kadın, erkek farklıdır ancak fark etmez… İlişkide kadın-erkek yoktur. Kısacık hayatımdaki tecrübelerimle şunu söyleyebilirim. Kimse mükemmel değildir. Birinde sizi rahatsız eden bir eksiklik ya da fazlalık diğerin olmayacak ancak o kişide de sizi rahatsız eden mutlaka başka özellikler olacaktır. Aynı şey karşı taraftan bakıldığında sizin için de geçerlidir. Sevin, sevmekte ısrar edin, kendinizden taviz vermekten çekinmeyin, cümleye “Biz” diye başlamayı ihmal etmeyin, şaşırın, şaşırtın, sarın, sarmalayın. En önemlisi de konuşun, dinleyin ve yargılamayın. 50 yıl sonra çocuklar eşek kadar olmuş, seks bitmiş, dükkan kapanmış, sandalyeler ters çevrilmiş… Sizi gaza getiren arkadaşlarınız, dedikodu yaptığınız kankitolarınız kalmamış. Kendinizi hala eşinizle yan yana oturmuş bir sandalyede manzarayı seyrederken hayal edebiliyorsanız doğru yoldasınız. “Ev”ler, evlilikler bahane, bir hayat geçirecek takım arkadaşı bulmak şahane….
Yayınlandığı Yer: Cosmopolitan Türkiye