YALANIN ANATOMİSİ
Beyaz, mavi, sarı ya da pembe… Rengi fark etmez. İnsanların %85’i, 10 dakikayı her konuşmasında mutlaka bir şekilde yalan söylüyor. Peki insanoğlu bunu neden yapıyor?
“Ben dürüst insanım.”, “Bugüne kadar hiç yalan söylemedim.”, “Yalan söylemem, söyleyeni de sevmem…” bu cümlelerden biri ya da hepsi tanıdık geliyor mu? Peki, yalan söylemek, kandırmak, aldatmak, saklamak, söylememek, gizlemek, hakkında konuşmamak, abartmak, yanıltmak kelimelerinden herhangi biri bacağınızı sallamanıza, ağzınızın kurumasına ya da kalp atışlarınızın hızlanmasına neden oluyor mu? Peki ya, “Seni seviyorum”, “Biz sizi arayacağız”, “Tamam, ayarlarız onu hiç sorun değil”, “Seni hiç aldatmadım”, “Uyuyorum, biraz da başım ağrıyor…” O zaman yalanla çoktan tanışmışsınız demektir.
Paul Ekman adında bir zat-ı muhterem var. Kendisine dünyada “Yalan Profesörü” diyorlar. Bugüne kadar nasıl yalan söylendiği, yalanın anatomisi, bilimsel nedenleri ve fiziksel özellikleri üzerine 8 adet kitap yazmış kendisi. Bunun yanında onlarca makalesi ve yalan üzerine çektiği 2 adet belgesel de cabası… 6 yıldır da insanın yüzündeki mikro reflekslerden yalan söyleyip söylemediğini, insanın beden dilinden gerçekte ne söylemek istediğini öğreten FACS (Facial Action Coding), yani yüz hareketleri kodlaması adında, kendi ürettiği eğitim sistemi de dünyanın dört bir yanında asker, polis ve benzeri güvenlik birimleri tarafından kullanılıyor. Kısacası Bay Ekman, hayatını yalanın anatomisini incelemeye adamış bir bilim adamı. Hatta Ekman’ın hayatı ve incelemeleri aynı zamanda dünyadaki pek çok ulusal kanalda yayınlanan, bir dönemlerin en popüler dizisi “Lie To Me”, yani “Bana Yalan Söyle” adındaki Amerikan dizisine de ilham kaynağı olmuş. Ekman’ın konuyla ilgili en çarpıcı araştırması ise insana kendini sorgulatıyor: “Normal bir akli düzeye sahip insanların yüzde 85’i, 10 dakikayı geçen her diyalogda mutlaka yalan söylüyor.”
Ne zaman yalan söylemeye başlıyoruz?
Bilim adamları, “Tüm canlılarda kandırma, tuzak kurma gibi yalan eğilimleri gözlemlemek mümkündür. Lakin söylediği yalanla kendisini bile kandıran, inandıran tek canlı insandır” diyorlar. Peki, yalana olan bu bağımlılığımız hangi çağımızda başlıyor?
Uzun yıllar önce İngiltere’de yapılan araştırmalar, yalan söylemeye başlama çağımızın 4-5 yaş aralığında olduğunu gösteriyor. Bunun için yapılan testlerde, belirli yaş gruplarındaki çocuklar ikili gruplar olarak deney odasında gözleme tabi tutuluyorlar. Çocukların önüne en sevdikleri çikolata, şekerleme ya da benzeri bir yiyecek konuluyor. Çocuklardan önlerinde duran yiyeceği yememeleri isteniyor. 4 yaşına kadar çocuklar ya yemiyor ya da yeseler bile “Kim yedi bunu?” diye sorulduğunda doğrudan itiraf ediyorlar. Gel gelelim 4-5 yaş aralığında olan ya da bu çağları geçmiş olan çocuklarda aynı deney uygulandığında, çocuklar önlerindeki tatlıyı bir lokmada yutuyor; numaradan sinirlenen gözlemcinin,”Kim yedi bunu?” sorusuna ise ya “Bilmiyorum” diyerek ya da yanındaki arkadaşının yediğini iddia ederek yanıt veriyorlar.
Araştırmanın detaylarına göre 4 yaşına kadar çocukta henüz yalan söyleme mekanizması şekillenmemiş oluyor. Bunun sebebi de çocuğun 4 yaş öncesine denk gelen pre-oidipal dönemde, yani henüz kendi ebatlarını, uzuvlarını ve çevresiyle olan iletişimini çözmemiş olduğu çağlarda gerçeklik algısının gelişmemiş olması. Özetle yalanı bilmeyerek doğuyoruz, gerçek kavramını öğrendiğimiz anda ise yalan başvurabiliyoruz.
Ağaç yaşken eğilir…
2008 yılında New York Magazine’de yayınlanan “Yalan Söylemeyi Öğrenmek” adlı makalede çocukların yalan söyleme eğilimlerinin nasıl önlenebileceğine dair iki adet ipucu bulunuyor.
İlki çocuğa dürüstlüğü ön plana çıkaracak anektodlar ve hikayeler anlatmak. Po Bronson’un makalesine göre çocuğa dürüstlüğün ona nasıl iyilikler getireceği ana fikrini veren özellikle gerçek, yoksa kurgu bir hikaye anlatmak, çocuğun yalan söylediğini itiraf etmesini ya da doğru söyleme eğiliminde olmasını sağlıyor.
İkinci teknik olarak ise Bronson, “Çocuklara anlayamayacakları kurallar koyup, onları uygulamaları için dayatmada bulunmamak. Ayrıca hayatlarının tüm alanlarıyla ilgili kural belirlemeyip onlara, kendilerine ait özgür bir yaşam alanı yaratmalısınız” diyor. Yani eğer çocuğa, “bu odaya girmemen gerekli” diyorsanız bunun için geçerli bir sebebiniz olmalı. Tabi bu geçerli sebebin de büyüklerin mantığına değil, çocukların da mantığına uygun olarak seçilmesi gerektiği de söyleniyor. Yani “odanın arkasında büyücü var”dan, “herkesin odası kendine özel bir alan. Biz senin odana izinsiz girmiyoruz, sen de bizimkine girmeyeceksin”e kadar uzanan bir yelpazede çocuğa açıklama yapmanız mümkün. Böylece çocuğun akşam neden dışarılarda çok geç saate kadar kalmaması ya da kaldığında en azından haber vermesi gerektiğini de aynı prensiple ona aktarabilir, üstelik nerede ya da kiminle olduğu konusunda yalan söylememesini de sağlayabilirsiniz. (Evet, aslında çiftler arasındaki ilişkiden pek bir farkı olduğu söylenemez.) Bronson ayrıca çocuklarda yalan söylemeyi engelleyen en önemli unsurun da aile fertlerinin birbirine karşı dürüst ve açık bir tutumda olmaları gerektiğini de ekliyor.
Mükemmel yalan
Profesör Paul Ekman, Yalan Söylemek (Telling Lies) adlı kitabında “Mükemmel cinayet olmayacağı gibi mükemmel yalan da olamaz. Eğer doğrudan yalan söylerseniz vücudunuz bir şekilde, bir ifade, hareket, belki de küçük bir parmak hareketi bile olsa geriye delil bırakacaktır” diyor. “Vücudunuzun yalan tepki vermesini önlemenizin tek yolu, kendinizi doğrudan yalan söylemeye alı koymak, içinde doğruluk payı olan cümleler ve farklı bir cevaba götürecek yönlendirmeler kullanmanız gerekir. İşte poker oyuncuları gibi, profesyonel yalancılar böyle yaparlar.
Ekman’ın açıkladığı tekniği en basit şekliyle şöyle açıklayabiliriz. “Melis’le yattın mı?” sorusuna “Hayır, Melis’le yatmadım” değil; “O kadınla yatmadım” yanıtını verirseniz vücudunuz buna tepki vermiyor. Çünkü yalan söyleyen “O kadınla” yatmadığını söylüyor. Dolayısıyla cümle içinde doğrudan yalan söylemiş olmuyor. Aslında yalan söyleyen bile bir şekilde yalan söylemediğine ikna oluyor. Bu da vücudunun aşırı heyecan, hızlanan kan akışı ve karıncalanma gibi etkilerin ortaya çıkmamasına yol açıyor. Aynı zamanda “Hayır” gibi doğrudan reddeden bir cümle kullanmadığı için de reflekslerinin kurbanı olmuyor.
Gelmiş Geçmiş En Ünlü Yalanlar:
Bill Clinton – “O kadınla bir ilişkim olmadı”
1998 yılında ABD dahil tüm dünya medyası, o dönemin Amerikan Başkanı Bill Clinton’un, Beyaz Saray’da stajyer olarak bulunan Monica Lewinsky ile olan ilişkisi ile çalkalandı. 26 Ocak 1998 tarihinde ise Bill Clinton konu ile ilgili olarak medyaya açıklamada bulundu ve şunları söyledi:
“… Amerikan halkına tek bir şey söylemek istiyorum. Beni dinlemenizi istiyorum. O kadınla hiçbir ilişkim olmadı; Monica Lewinsky ile… Kimseye, hiçbir zaman, tek bir sefer bile yalan söylemedim. İlgili açıklamalar yanlıştır. Şimdi gidip Amerikan halkı için çalışmaya geri dönmeliyim. Teşekkürler.”
(Not: Profesyonelce yazılmış bir yalan metninde ne gibi incelikler olduğunu biraz dikkat edince anlaşılabilsin diye birebir çevirdim. Devrik cümleler ondandır, affola…)
Ardından yapılan DNA testleri sonucu iyice köşeye sıkışan Clinton 17 Ağustos 1998 günü televizyondaki bir röportajında durumu itiraf etmek zorunda kalmıştır:
“… Bildiğiniz üzere Ocak ayında Monica Lewinsky ile olan ilişkime, özel hayatıma dair pek çok soru yöneltilmişti. Cevaplarımın hepsi kanunen tutarlıydı ve bana sorulmayan hiçbir soruya da yanıt verme niyetinde değildim.
Gerçeği söylemek gerekirse Bayan Lewinsky ile uygun olmayan bir ilişkide bulundum. Bu yanlış bir davranıştı. Ortaya çıkan bu kritik durum, benim tarafımdan yapılmış bir yanlıştır. Durumdan sadece ve tamamen ben sorumluyum.
Süleyman Demirel – “Şimdi de üzerini çizin”
Süleyman Demirel’in 1991’deki seçim öncesinde başından geçtiği iddia edilen bu olay, seçim zamanlarında yüksekten uçan politikacı vaatlerine en iyi örneklerden biri olarak gösterilir.
Süleyman Demirel seçmenlerle seçim öncesi sohbeti yapmaktadır. İşsizlik konusunda şu iddialı sözleri söyler: “Göreceksiniz iktidara geldiğimiz zaman işsizlik problemini 3 ay, evet, 3 ay içerisinde çözeceğiz. 500 günde ise tüm halka bir ev, bir araba olmak üzere 2 anahtar teslim edeceğiz. Bakın bunların altını çizerek söylüyorum. O sırada not almakta olan gazeteciye döner:
“Sen de altını çiz o satırların” der.
Aradan 10-11 ay geçer. Demirel başbakan olmuştur ama işsizlik sorunu vaad ettiği şekilde çözülmemiştir. O günkü konuşmada bulunan ve not alan gazeteci kendisini ziyaret eder. Demirel yaptıklarını, yapamadıklarını, önündeki engelleri vb… anlatır. Söz sirası konuklara geldiğinde not almış olan gazeteci malum kağıdı çıkarır ve Demirel’e gösterir.
“Efendim siz bize işsizliği 3 ay içerisinde bitireceğinizi vurgulamış ve ‘bunun altını çizin’ demiştiniz ben de çizmiştim. Buyrun.”
Demirel gazeteciye döner ve şöyle cevap verir:
“Tamam kağıdı göstermene gerek yok. Altını çizin demiştim ya. Şimdi de üzerini çizin…”
“Einstein bile matematikten kalmış abi”
Hem matematiği kötü olup hem de dahi bir bilim adamı olabileceğini düşünen bir güruh tarafından sıkça dile getirilen bu bilgi aslında en ünlü yalanlardan biri.
Albert Einstein bir matematik dehasıydı. 13 yaşından itibaren üniversite düzeyindeki matematik bilgilerini okumaya başlayan Einstein’e ailesi, doktora yapan bir öğrenci düzeyinde yurt dışından özel araştırmaların kitaplarını getirmek zorunda kalıyorlarmış. Bu yalan Einstein’in ailesinin fedakarlıklarını sönük bırakmış görünüyor. Elbette matematiğiniz kötü olsa da siz bir dahi olabilirsiniz. Ancak atomu parçalamak matematik bilmeden biraz zor olsa gerek…
Newton’un elması…
Pek çok kişi yer çekimi kanunun babası Newton’un bu kanunu nasıl bulduğunu bir yerlerden duymuştur.
Duymayanlar için hikayeye göre Newton güneşli bir günde, bir elma ağacının altında oturmaktadır. Bir anda kafasına bir elma düşer ve Newton aniden yer çekiminin var olduğunu, elmanın da bu yüzden düştüğünü fark eder.
Hikaye güzel, hoş ve basit ancak durum biraz farklı. Aslında dahi bir bilim adamı olan Isaac Newton yazılarında elmadan asla bahsetmemiştir. Newton’un yer çekimini bulmasını elma ile özdeşleştiren ilk kişi, yer çekimi kanununun resmileştirilmesinden 60 yıl sonra bunu yazan, John Conduitt adlı gazetecidir. Üstelik hikayesinde Newton’un kafasına elma düştüğü şeklinde değil, onun yerine Newton’un yer çekimi anlatışını elmanın yere düşmesine benzeterek, yani metaforlaştırarak anlatmıştır. Hikaye oradan buraya kadar, kulaktan kulağa değişerek en meşhur yalanlardan biri haline gelir.
Yalan Üzerine Özlü Sözler
“Eğer doğruyu söylerseniz hiçbir şeyi aklınızda tutmak zorunda kalmazsınız.”
Mark Twain
“Üzüntümün sebebi bana yalan söylemiş olman değil, üzüntümün asıl sebebi artık sana inanamayacak olmam.”
Friedrich Nietzche
“Yalan, bir kadının kıyafetlerini çıkarmadan yaşayabileceği en yüksek eğlencedir.”
Natalie Portman
“Senin için yalan söyleyen, sana karşı da yalan söyler.”
Boşnak Atasözü
“Doğru daha pantolonunu çekmeye fırsat bulamadan yalan dünyanın yarısını dolaşmış olur.”
Winston Churchill
“Yalan söylemek bir erkek çocuk için hata, bir sevgili için sanat, bir doktora öğrencisi için başarı ve evli bir erkek için soyadıdır.”
Helen Rowland (ABD’li Komedyen ve Gazeteci)–
Yalandan İstatistikler
ABD’li ünlü yazar Mark Twain 19. yüzyılda İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli’ye göndermede bulunan meşhur bir sözü var: “Dünyada 3 çeşit yalan vardır. Yalanlar, kahrolası yalanlar ve istatistikler.”
Kim görmüş? Yalan söyleyenlerin %75’inde, soruya soruyla karşılık verme eğilimi oluyor. (Cem Yılmaz’ın tespiti oldukça yerinde.)
Doktor bey vallahi bir şeyim yok: 1,500 kişi üzerinde yapılan bir sağlık anketine göre hastaların %15’i doktorlarına, hastalıklarıyla ilgili yalan söylüyor.
Tele-yalan: İnsanlar telefonda, yüz yüze konuşmalara göre daha çok yalan söyleme eğilimi gösteriyor.
Senin iyiliğin için: Kadınların %80’i karşılarındakilere zarar vermemek için düzenli olarak saklama, söylememe ya da farklı söyleme gibi “beyaz yalanlar”a başvuruyorlar.
Tek seferde en çok yalan: Dünyada tek seferde en çok yalan söyleme istatistiği eski ABD başkanı Richard Nixon’a ait: Kaynaklara göre tek bir günde toplam 837 sefer yalan söyleyerek rekoru elinde tutuyor.
En güvensiz Meslekler: GFK Türkiye’nin 2010 yılında yaptığı tarafından 16 ülkede 15 bin 806 kişi ile görüşülerek yapılmış ‘Meslek Gruplarına ve Kurumlara Güven Endeksi’ araştırmasına göre insanların mesleklere olan güven oranları şöyle:
1- Öğretmenler – %92
2- İtfaiyeciler – %88
3- Doktorlar – %90
Sıralamadaki son üçlü ise şöyle:
18 – Reklamcılar %41
19 – Pazarlama Profesyonelleri – %23
20 – Politikacılar – %27
Bizde olduğu gibi diğer 15 ülkede de güven oranları aynı… Sonuçlar şaşırtıcı mı?
Kaynaklar:
Newsweek 2010 araştırması
ABCNews 2009 Kamuoyu Yoklaması
2009 AB Hane Halkı Aile İçi İlişkiler Araştırması
Science Musem 2005-2010 araştırmaları
GFK Türkiye Grubu, ‘Meslek Gruplarına ve Kurumlara Güven Endeksi’ 2010 yılı araştırmaları
Yayınlandığı Yer: Cosmopolitan Türkiye